Bu Blogda Ara

12 Şubat 2011 Cumartesi

Ahdaf Soueif: “Değişim çoktan gerçekleşti”

Değişim çoktan gerçekleşti. Uzun dönemde neler olacağını şu anda ifade edemiyoruz. Fakat ülkedeki hissiyat değişti. Hissiyatı, Obama’nın herkesçe bilinen sloganıyla açıklayabiliriz: “Evet, yapabiliriz!” Bu, yaşlıların yardımcı rolde oldukları bir gençlik devrimidir. Facebook’ta sanal toplantılar düzenleyerek başardılar bunu. Sokaklara indiklerinde, kaç kişi olduklarını ve ne kadar farklı olduklarını gördüler. “Filistin devrimi”ni tanımlayan Jean Genet’nin söylediği gibi, atmosfer, 68’deki Paris gibiydi ama iyi bir mizah anlayışı ve nezaket farkıyla. Burada solunan hava da işte aynen böyle… Bu yüksek ruh ve kuvvet duygusu, uzun zamandır biz de olmayan şeyler. İşte değişim bu.

Ahdaf Soueif, Kahire’de doğdu. The Map of Love romanıyla, 1999 yılında Man Bokker Ödülü’ne aday gösterildi. 2010’da Mahmud Derviş Ödülü’ne layık görüldü. Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.ahdafsoueif.com/.


Diğer yazarların izlenimlerini okumak için tıklayınız.

10 Şubat 2011 Perşembe

Alaa Abdülfettah: “Bu hafta, Mısır’da beklenmedik ölçekte gelişen olaylar, benim tüm hayatımı kapsayan hareketler silsilesinin bir devamıdır”

Genel kanının aksine, Arap dünyası hiç de durgun ve kayıtsız değildi. Bu hafta, Mısır’da beklenmedik ölçekte gelişen olaylar, benim tüm hayatımı kapsayan hareketler silsilesinin bir devamıdır: 90’ların başında Körfez Savaşı karşıtı hareketlenmeden başlar, oradan 90’ların sonundaki IMF’nin yapısal önlemlerine karşı yapılan protestolara uzanır. 2001’deki ikinci İntifada dayanışmasını, 2003’teki geniş savaş karşıtı eylemleri, 2004-06 yıllarındaki demokrasi yanlısı Kefaya (Yeter) Hareketi’ni, 2006-08 arası petrol grevlerini, 2008-09 asgari ücret direnişini ve 2010’daki işkence karşıtı protestolarını kapsar. Düzenleyicileri ve liderleri, en azından beş yıldır – bazıları on, aktifler ve harekette yer alıyorlar.

Yine de, Tunus, sadece yeni bir umut aşılamakla ve on binlerce yeni protestocuya eylemlere katılmaları için ilham vermekle kalmadı, “devrim” sözcüğünün yeniden telaffuzunu da sağladı. Resmi adı Mısır Değişim Hareketi olan Kefaya Hareketi’nin başarısızlığından dolayı, eylemlerin, asgari ücret gibi ekonomik konulara, sıradan vatandaşların maruz kaldıkları günlük aşağılamalara veya Halid Said* gibi işkence mağdurları için adalet çağrısına odaklanması düşünüldü. Ama bu formülle tıkanan protestoları, 25 Ocak eyleminin düzenleyicileri Tunus’un ilhamıyla açtılar. Politize olmamış ama bıkmış on binlerce insan, “Halk, rejimin devrilmesini istiyor” (ya da halk rejimi devirecek) diye bağırdılar. Basit, çok ritmik ve tamamen yeni bu slogan, bağlantısız ve tecrübesiz aktivistlerin safından yükseliyordu.

Twitter’da, Tunuslular, Mısır’daki protestolardan ulusal marşlarından iki kıta alıntılanmasını, Mısırlı solcu efsanevi ikili Şeyh İmam** ve Ahmed Fuad Negm***’in devrimci şarkılarını nasıl söylediklerini anlatarak cevaplıyorlar. İnternet ve uydu kanalları üzerinden, yeni bir Pan-Arabizm doğuyor: benim içinde bulunduğum nesil, bir önceki nesil kadar Arapizm propagandasıyla büyümedi, yine de isyan girişimlerinde, kendiliğinden dayanışmayı sağlayabildik. Örneğin, Gazzeliler, olayları televizyondan izlerken Mısırlılardan daha coşkulular, bu zaferin onların üzerindeki etkisi çok büyük.

Bu, teknoloji, jeopolitik ve paylaşılan koşullardan doğan bir gerçeklik fakat aynı zamanda çok kırılgan. Çünkü internet aynı zamanda sekterliği ve tüketim çılgınlığını da cesaretlendiriyor; diğer kimlikler hâlâ rekabet halinde, örneğin, Mısır ve Cezayir arasındaki halihazırdaki futbol savaşları. Fakat baskın gelmesi muhtemel olan, adalet ve onur arayışıyla köklenen bir Pan-Arabizmi, Bouazizi, Sidi Bouzid ve Tunus devrimine borçluyuz.

Alaa Abdülfettah, Mısırlı tanınmış bir blog yazarı. Blogu ve daha ayrıntılı bilgi için http://www.manalaa.net/.

*11 Haziran 2010’da Mısır’ın İskenderiye kentinde, polisin keyfi şiddeti sonucu ölen 28 yaşındaki genç.
**1912-1995 yılları arasında yaşamış, asıl adı İmam Muhammed Ahmed olan meşhur Mısırlı besteci ve şarkıcı. Çok uzun bir dönem Ahmed Fuad Negm’le çalışmıştır. Fakirler ve emekçiler için yaptıkları şarkılarla tanınırlar.
***1929 yılında doğan, El Fagumi adıyla tanınan şair. Şeyh İmam’la çalışmaları kadar, argoyla karışık yazdığı devrimci şiirleriyle de bilinir. 


Diğer yazarların izlenimlerini okumak için tıklayınız.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Sidi Bouzid İzlenimleri II

Tunus Devrimi nasıl başladı?
Yasmine Ryan*

Sidi Bouzid sakinleri, isyanlarını sessizliğe gömmek için uygulanan ağır sansür ve polis baskısının üstesinden geldiler. Medyanın karartmasının delinmesinde emeği olan, Muhammed Bouazizi’nin akrabalarından Rüşdi Horchani, bu durumu “bir elde taş, bir elde cep telefonu” diye tanımlıyor.

26 yaşındaki Muhammed’in intihar ettiği günden başkanın ülkeyi terk ettiği güne kadar, aile üyeleri ve arkadaşları, Sidi Bouzid’te neler olup bittiğini uluslararası medyayla paylaşmak için sosyal medyayı kullandılar.

Medya karartmasını yıkmak
Bir protesto eylemi olarak, kendini ateşe veren ilk Tunuslu Muhammed Bouazizi değil. Medyanın pek önemsemediği bu tür olaylardan sadece birinin kahramanı olan Abdüsselam Trimech, 2010 yılının 3 Mart’ında, Monastır’da seyyar satıcılık yapmasını engelleyen bürokrasiyle karşılaştıktan sonra kendini ateşe vermişti.

Ağustos’ta da Sidi Bouzid’tekine benzer bir şekilde Libya sınırındaki Ben Guardance kasabasında, protesto gösterileri olmuştu ve polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşanmıştı.

Sidi Bouzid’te yaşananlarla aralarındaki temel fark ise, bu sefer göstericilerin kasabalarında neler olduğunu dünyaya aktarmak için verdikleri mücadele ve bu konudaki başarıları… Horchani’nin dediği gibi, “Burada iki yıl boyunca protestolar düzenleyebilirdik ama videolar olmasaydı kimse bizi ciddiye almazdı”.

17 Aralık’ta, Horchani ve Muhammed’in kuzeni Ali Bouazizi, Muhammed’in annesi önderliğinde, belediye binası önünde düzenlenen barışçıl protestonun videosunu internette paylaştılar. Aynı günün akşamı, bu video, El Cezire Mübaşir** tarafından yayınlandı. Arap dünyasından internete düşen videoları tarayan El Cezire’nin yeni medya ekibi de, bu videoyu Facebook’ta yayınlanması için seçti. Tam aksine, Tunus basını ise büyüyen isyanlara, Nessma TV, 29 Aralık’ta bu sessizliği bozana değin itibar etmedi. Sokağa çıkan aktivistlerin dışında çoğu Tunuslu, Zeynel Abidin Bin Ali’nin son saatlerine kadar, Facebook’ta videoyu yayınlamaya ve hatta “like” etmeye bile cesaret edemedi. Ocak ayının ortasına kadar, sessiz çoğunluk protesto haberlerini internet üzerinden aktif olarak paylaşmasa bile, Dünya İnternet İstatistikleri’ne göre, nüfusunun üçte biri olan 3,6 milyon internet kullanıcısıyla Afrika kıtasının en çok internet kullanımına sahip ülkelerinden biri olan Tunus, isyanla ilgili haberleri, aktivistlerin yoğun çabası sayesinde sosyal medyadan izleyebildi. Başkaldırı sırasında, protestocular da Facebook üzerinden birbirleriyle iletişim kurdular. Çoğu video paylaşım sitelerinin aksine Facebook, Tunus’un internet sansür listesi içinde değildi. İnternet kullanmayanlar da, protestoları, uydudaki haber kanalları El Cezire, France 24 ve rakiplerinden geri kalmayan Al Arabiya’dan takip ettiler. Twitter’daki etiketlemeler, isyanın nasıl yerelden ulusala uzandığının öyküsünü anlatıyor: #bouazizi, önce #sidibouzid sonra da #tunus halini almış.

Medya savaşları şiddete dönüşüyor
Bölgedeki Tunus otoriteleri, video akışını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. 3 Ocak’ta, bir dizi internet aktivisti, sistematik ve hükümet tarafından organize edilmiş, online muhalefeti devre dışı bırakmayı amaçlayan phishing*** operasyonunun mağduru oldular. 7 Ocak’ta, blog yazarları, internet aktivistleri ve YouTube üzerinden hükümeti eleştiren bir şarkı yayınlayan rap şarkıcısı tutuklandılar.

Onları susturmaya yönelik bu girişimlere rağmen, insanlar internette videolarını yayınlamak için ellerinden geleni yaptılar. Videolarına misilleme olarak bir polis tokadıyla, Ali Bouazizi’nin bir gözü hâlâ mor…

Mahkeme salonundan Facebook’a
Muhammed Bouazizi’nin intiharının görgü tanığı avukat Cafer Salhi, başkomisere, sokaktaki öfkeyi dindirmek için genç adamın ailesiyle görüşmesi gerektiğini söylemiş: “Ona [başkomiser]’eğer onları [Bouazizi’nin ailesi] içeri almazsanız, bu ülke yanacak’ dedim ama cahilce ve küstahça reddetti.”

Yetkililerin sorumluluk almamalarının yarattığı hüsranla Salhi, protesto gösterilerinde çok aktif olmuş. Avukat, gösterileri organize etmek ve arkadaşlarını davet etmek için Facebook’u kullanmış. Bu yüzden, Tunuslu yetkililerin phishing operasyonunda hedef aldığı internet aktivistlerinden biri olmuş. Facebook hesabını ele geçirmişler fakat Salhi kolayca başka bir hesap açmış.

Protestocular organize oluyor
Sidi Bouzid’de patlayan protestolar, gerçekten spontane gelişti.  Yine de, gösteriler, katılanların kararlılıkları, bir parça çok yönlülük ve organizasyonla ortaya çıktı.

Tunus Genel İşçi Sendikası’nın (UGTT) Sidi Bouzid Şubesi, isyanların ilk gününden beri işin içinde. Sendikanın merkez yönetimi, siyasi bağımsızlıktan yoksun görünürken, taşra temsilcileri, cesur katılımlarıyla öne çıktılar. Kasabadaki lisenin fizik hocası Affi Fethi, bu durumu “Protestocuların arkalarındaki en büyük itici güç, bölgede çok güçlü olan sendikaydı” diye açıklıyor. Fethi’ye göre, polis, çevre kasabalardaki gösterilerde, aralarında Menzel Bouziane ve Ragıb’ın da içinde bulunduğu göstericileri öldürünce, bölgesel gösteriler, tüm Tunus’a yayıldı. Bu devrimin yapılmasında en çok yardımı olan kişinin Bin Ali’nin kendisi olduğunu söyleyen Fethi, “Neden polislere plastik mermi kullandırtmadı?” diye soruyor.

Bu yazı için röportaj yapılan herkes, hiçbir muhalif partinin – Bin Ali yönetiminde faaliyet gösteren bağımsız siyasi partiler de dâhil -  ilk protestolara katılmadığı ve hatta manevi destek bile vermediği konusunda hemfikirdi. Buna rağmen, bazı muhalif hareketlerin üyeleri, bireysel olarak gösterilerde aktif rol oynadılar (örneğin, Ali Bouazizi, İlerici Demokratik Parti üyesi).

Uzaktan siyasi tiyatro izlemek
Öğrenciler, öğretmenler, işsizler ve avukatlar, işkence ve hapis tehditlerine karşın, Sidi Bouzid ve komşu kasabalardaki güçlere katıldılar. Öğrenci Nacer Beyaou, isyanın özgürlük ve istihdam için olduğunu söylüyor. Sidi Bouzid halkının, bölgelerinin ihmal edilmiş olduğunu hissettiğini ve “rezil bir mahrumiyet” çektiklerini de ekliyor. Buna rağmen, şu anda da, siyasi hareketlenme başkente doğru kayıyor ve taşrada yaşayan çoğu insan, kendi bölgelerinin bir kez daha göz ardı edileceğinden korkuyor: “Bizi tamamen unutuyorlar. Sidi Bouzid’den tek bir yönetici bile yok.”

Sidi Bouzid sakinleri, fakirlik ve aşağılanma hissinin bir araya gelişinin, kendilerini isyana teşvik ettiklerini söylüyorlar. Konuştuğumuz bir adamsa durumu, “30 yaşındayım ama her gün, babamdan bir dinar [70 sent] istiyorum” diye ifade ediyor.

Çoğu insanın hissettiği belirsizlik duygusunu, siyasi görüşlerini açıklamakta çok açık sözlü olan ama ismini vermek istemeyen bir kişi, “ya Bin Ali geri dönerse” diyerek ortaya koyuyor. “Şimdi, başkent Tunus’taki politikacılar, görevi devraldılar. Bu, arkana yaslanıp tiyatro izlemek gibi…” diye de ekliyor.

Bin Ali’nin ülkeden kaçışıyla oluşan aşırı mutluluk havası hızlı tükenmiş. Burası için esas sorun, “yeni” Tunus’un, Sidi Bouzid’e somut siyasi ve ekonomik kazanımlar getirip getirmeyeceği…

26 Ocak 2011 tarihli yazının İngilizce aslı için: http://english.aljazeera.net/indepth/features/2011/01/2011126121815985483.html
*Gazeteci. Ayrıntılı bilgi için: http://www.yasmine.org.nz/.
**2005 yılında El Cezire tarafından kurulan yorumsuz ve düzenlemesiz yayın yapan TV kanalı.
***İngilizce şifre [password] ve balık tutma [fishing] anlamına gelen kelimelerin birleşiminden oluşan, internet üzerinde karşı tarafın kimliğini ele geçirme yoluyla gerçekleştirilen bir dolandırıcılık türü. 

Sidi Bouzid İzlenimleri I için tıklayınız.

Hişam Matar: “Tüm gösterilerin ardından faydasız bir rüzgâr kalmıştı sadece. Hepsi birer zaman kaybı gibiydi. Ta ki şimdiye kadar…”

Aymen’in annesini, eski bir Kahire evinde her ziyaret ettiğimde, oğluyla şu son pazarlığı hep tekrarlardı. “Hayır, gitmeyeceksin” derdi Umm Aymen* oğluna, Aymen de “Gitmem gerek” diye yanıtlardı. “Hayır, gitmeyeceksin” diye tekrarlar annesi.

Bu bir Aymen klasiğiydi: Az konuşmak ve sizi daha önce söylediklerinizi tekrarlamak zorunda bırakmak. Bizim grupta geri kalanların hepsi siyasetle ilgiliyken, Aymen aramızda bu konuda sakin davranan tek kişiydi. Bu yüzden, bizim hakkımızda ne düşündüğünü merak etmekten kendimi bir türlü alıkoyamam.

80’lerin sonunda, Kahire Üniversitesi’nde hukuk öğrencisiydi.  Annesi, sadece üniversitenin duvarları arasında izin verilen gösterilere katılmaması konusunda, onu ikna etmeye çalışıyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla, güvenlik araçları zırhla kaplanmıştı ve çoğu okur-yazar olmayan genç adamlar, devamlı olarak üniversite duvarına bitişik bir dizi okaliptüs ağacının altında devamlı bekliyorlardı. Aymen, yakın mesafeden plastik mermiyle vuruldu. Aniden öldü.

Umm Aymen’i ziyarete gitmeden önce, en az üç-dört kişi olmayı bekliyorduk. Hepimiz, yalnız gitmekten korkuyorduk. Her zaman bizi gördüğü için memnun olmasına rağmen, Aymen’in ölmesi ama bizim yaşıyor olmamızdan dolayı suçluluk hissetmemek zordu. Ayrıca, o garip öğleden sonralarda, onun sessiz ama her şeyden daha yıkıcı inancına, her şeyin boşa olduğuna, oğlunu bir hiç uğruna kaybettiğine dair inancına katlanmak imkânsızdı.

Haklıydı. Aslında, tüm gösterilerin ardından faydasız bir rüzgâr kalmıştı sadece. Hepsi birer zaman kaybı gibiydi. Ta ki şimdiye kadar…

Kahire, İskenderiye, İsmailiye, Süveyş, Şaben El Kom ve Mısır’ın diğer kasaba ve şehirlerinde şu an devam eden gösteriler, sadece boyutlarıyla değil, arzu ve enerjileriyle de dikkat çekici. Kalabalıklarla ilgili sevinç veren, yeni bir güven doğurmaları. Tunus’taki olayların adil, hesap verir ve demokratik bir yönetimle sonuçlanacağını söylemek için erken olsa da, Tunus’un, Araplara onuru ve umudu yeniden hatırlatan bir aydan kısa bir sürede, 23 yıllık diktatörlüğü deviren barışçıl bir devrimin başarılabileceğini gösterdiği kesin. Tunuslular, bölgenin siyasi görünümünü değiştirdikleri gibi tüm bölgenin hayal dünyasını da genişlettiler.     

Hişam Matar, Libyalı yazar. İlk romanı  In the Country of Men, 2006 Man Booker Ödülü adaylarındandı. Yeni romanı Anatomy of a Disappearance, Mart 2011’de satışa sunulacak.

*Arapça “Aymen’in annesi” anlamına gelen hitap biçimi..


Diğer yazarların izlenimlerini okumak için tıklayınız.

Nuri Gana: “Tabandan gelen değişim, Arap dünyası için kaçınılmazdır.”

Tunus, Arap dünyasını değiştirdi; Arap diktatörler ve krallar da bunu biliyorlar. Tunus’ta olanların, kendi başlarına gelmesinden korkuyorlar. Birkaç Arap yönetimi, devam eden veya olası protestoları bastırmak için hızlıca önlemler aldı bile. Geriye kalanlarsa, Tunus örneğini karalamak için iftira atıyor veya tamamen engelleyemeseler bile süreci yavaşlatmaya çalışıyorlar. Tunus’ta oluşan dalganın gücünü biliyorlar;  birlik halinde, medenice ve şiddetten uzak yürüyen insanlar, gururla ve hep bir ağızdan “Bin Ali defol” diye bağırıyorlar ve son darbeyi vuruyorlar: “Oyun bitti.” Onlar da biliyorlar ki özgürlük bulaşıcıdır. Uzatma dakikalarını yaşadıklarının farkına vardıkça, umutsuz hale geliyorlar ve çaresizce önlemlere başvuruyorlar.

Tabandan gelen değişim, Arap dünyası için kaçınılmazdır. Mısırlılar, Libyalılar, Ürdünlüler, Yemenliler, Filistinliler, neredeyse tüm Arapların yüreği Tunus’un ateşiyle çarpıyor. Artık, bu bir mekân meselesi değil, sadece an meselesi. Tunus’un gerçek başarısı, değişim umudunun hala canlı ve yerinde olduğunu göstermek oldu. Diktatörlüklerin en büyük günahı, insanların rızalarını biçimlendirmek için kullandıkları korku politikaları oldu – özgürlük ve hür irade için tüm isteklerin yavaş ve düzenli bir şekilde kamulaştırılması. Bu korku zihne sinsice yerleştiğinde, sadece özgürlüğe dair tüm hafızayı yok etmekle kalmaz, özgürlük için bedel ödeme isteğini de ortadan kaldırır. Tunus’ta olanların can alıcı önemi, Araplara artık bu korku olmadan neler yapabileceklerini göstermesinde yatıyor.

Tunus’taki tabandan gelen devrimin bir diğer somut başarısı, kendileriyle ilgileniyormuş gibi yapan Batı Avrupa ve ABD’nin de Tunuslular tarafından yargılanmasıdır. Tunusluların bu mesajı çok anlamlıydı: İslami aşırılık dediğiniz şeyle mücadele etmeye, Arap despotizmini destekleyerek devam edemezsiniz. Demokrasinin tek müjdecisi gibi davranmaya devam edemezsiniz. Gerçek ve sürekli demokrasi, her Arap ülkesinin tekilliğinden doğar, dışarıdan müdahale veya etkilemeyle gerçekleşmez. Bu sadece Avrupa ve Amerika’ya özgü bir şey değil. Son olarak: Kendinizin ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için Arap diktatörlüklerini desteklemenize gerek yok. Arap despotlarının Tunus’tan esen devrim kasırgasını sağ salim atlatmasını sağlamak yerine Arap halklarının tabandan gelen demokrasi taleplerini desteklemenin tam zamanıdır.

Nuri Gana, Tunuslu yazar ve UCLA Karşılaştırmalı Edebiyat ve Yakın Doğu Dilleri ve Kültürleri yardımcı doçenti. Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.complit.ucla.edu/people/faculty/gana/


Diğer yazarların izlenimlerini okumak için tıklayınız.

Leyla Lalami: “Bu ana tanıklık edebilmek ne büyük bir keyif!”

1966’da yayınlayan Tayeb Salih’in The Season of Migration to the North (Kuzeye Göç Mevsimi) romanında, isimsiz bir üniversiteden mezun olan bir genç, memleketi Sudan’a, ülkenin bağımsız yeni dönemine dair büyük umutlarla döner. Fakat dedesinin köyünde yaşlı bir adam onu uyarır: “Oğlum, benim bu sözlerimi bir kenara yaz. Bağımsız bir ülke olmadık mı? Kendi ülkemizin özgür insanları değil miyiz? Buna rağmen, bizim işlerimizi uzaktan idare edecekler. Çünkü arkalarında kendileri gibi düşünen insanlar bıraktılar.”

Salih’in tahmin ettiği gibi, Arap dünyasının Avrupalılar tarafından işgalini takip eden rejimler, iktidarın, genelde bu iktidarı yabancı ülkelere borçlu olan ve kendi insanlarının siyasi ve insani haklarını baskılamakta kararlı küçük bir elitin elinde toplamasını sağladı. Son iki kuşak boyunca, çoğu Arap genci, veraset, darbe veya çakma seçimler sayesinde göreve gelen iki veya üç başkan gördü. Bu yüzden, geçen ayın başında Tunus’ta olan olayları yorumlarken, bağımsızlıklardan bu yana, Arap dünyasındaki ilk ulusal başkaldırıya şahitlik ettiğimi söylüyorum.

Bu ana tanıklık edebilmek ne büyük bir keyif! 23 yıl boyunca yönettiği ülkesinden Bin Ali’nin kovalandığını görmek, insana hiçbir şeyin imkânsız olmadığı hissi veriyor. Dünyanın geri kalanı, bu devrime uygun bir isim bulmakla meşgulken, Tunuslular yeni bir deyim ürettiler; “korku içinde kaçmak” anlamına gelen “se benaliser”.  Bu deyimin, uzun süredir kullanılan, Bin Ali’nin eşi Leyla Trabelsi için ürettikleri, “Trabelsiler tarzıyla çalmak” anlamına gelen “se trabelsier”den daha güzel olduğu kesin.

Tunus isyanının artçı şokları, tüm bölge boyunca, kendini intiharlar ve sokak gösterileri selleri olarak göstermeye başladı. 41 yıldır ülkesini yöneterek Arap diktatörlerin en kıdemlisi olan Muammer Kaddafi bile endişeli görünüyor. Tunuslu protestocuları fırçalayarak eleştirmesi ve devlet destekli konutlar için yapılan protestoları hızlıca bastırması, bunun işaretleri. Kahire ve İskenderiye’deki protestolarda atılan sloganlar, Mısırlıların, Tunuslu kardeşlerinden ne kadar ilham aldıklarını gösteriyor: “Mubarak dégage” (Mübarek defol) ve “Mübarek, Mübarek, Bin Ali, seni Cidde Oteli’nde karşılamak için bekliyor”.

Tabi ki, Arap dünyasındaki protestolar yeni değil. Fakat Arap diktatörler, siyasi muhalefeti engellemek için bağımsız basının ağzını kapatmayı, vatandaşlarına korku aşılamayı ve özellikle gençlerin gazını almak için bir süre patlamalarına izin vermeyi öğreneli çok oluyor. Ama Tunus, demokrasi üzerine ikiyüzlü yüzlerce dersin gösteremeyeceğini gösterdi: bu tarz hilelere rağmen, değişim olabilir. Bu anlamda, Arap dünyası değişiyor.     

Leyla Lalami, Faslı yazar ve akademisyen. Riverside Kaliforniya Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazı doçenti ve “Secret Son” isimli bir romanı var. Daha ayrıntılı bilgi için: http://lailalalami.com/

Diğer yazarların izlenimlerini okumak için tıklayınız.

Tunus’tan Sonra: Arap Yazarların İzlenimleri

Leyla Lalami - Fas
Nuri Gana - Tunus
Hişam Matar - Libya
Alaa Abdülfettah - Mısır
Ahdaf Soueif - Mısır

28 Ocak 2011 tarihli yazıların İngilizce asılları için: http://www.guardian.co.uk/books/interactive/2011/jan/28/tunisia-protests-writers-reflect

1 Şubat 2011 Salı

Orta Doğu ebediyen değiştiriliyor

Hamid Dabashi*

İran’da seçimlerle ilgili şu andaki krizin sonucu ne olursa olsun, ulusal politikalarının önemli yükselişi, uzun ve payidar gölgesini, bölgenin jeopolitiğine çoktan düşürdü bile. Artık işler hiçbir ülke için aynen devam etmeyecek. Hava olumlu yönde değişiyor.

Haziran 2009’daki başkanlık seçiminden önce, bölgenin kuvvete dayalı politikası, bir tarafta İran, Suriye, Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah ve Irak’ta Mehdi Ordusu; diğer tarafta ise ABD ve müttefiklerinden oluşuyordu. ABD’nin arka bahçesinde yer alan Venezüella’nın bile İran’ın bir uzantısı olduğu iddia ediliyordu.

Bu istikrarsız koşullarda, İslam Cumhuriyeti, kendi iktidarı dışında, George W. Bush’un İran’ın bölgesel “süper güç” olarak komşusu olmaya kendini adaması gibi aptallıklar sebebiyle güçlendi. Fakat Haziran 2009 başkanlık seçimleri, bu jeopolitiği bir anda tarihe gömdü.

Haziran 2009’da İran’da sivil hak arayışlarının başlamasıyla, Orta Doğu’nun ahlaki pusulası tam gözümüzün önünde değişti. Bir milletin demokrasi isteğiyle, bölgenin jeopolitiği yerle bir oldu. İranlıların sokaklara akışının renkli görüntüleri, küresel algıdaki “Orta Doğu” kavramını sonsuza dek değiştirdi.

İnanıyorum ki, hak arayışlarının “yer sıfır noktası” olarak Tahran, etkilemedik hiçbir Arap veya Müslüman ülke hatta İsrail’i bile bırakmayacak.

Haaretz gazetesinin İsrailli usta yazarı Gideon Levy’nin dediği gibi, “İran’daki başkaldırıyı, gıptayla izledim ve itiraf edeyim ki bu başkaldırı beni de ‘yeşil’ yaptı.”

Fakat işler tersine döndü, Mahmud Ahmedinejad, topallayan iktidarıyla küresel sahneye geri döndü. Büyüyen muhalefetin yeni seçim talebi başarılı olabilseydi ancak birkaç ay daha sürecek olan başkanlığı, eylemlerin başarıya ulaşamamasından dolayı en az normal görev süresi boyunca sürecek.

Her iki durumda geçerli olacak olan ikinci döneminde zayıflayan Ahmedinejad iktidarı bölge için bir domino etkisine yol açmasıdır.

Doğrudan bölgesel bağlamda, Suriye’nin konumu cidden tehlikede. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın hızla ve tedbirsizce Ahmedinejad’tan yana durması, Lübnanlı örgütün akıbetinin İran’ın gözden düşmüş başkanının kaderine bağlı olduğunu gösteriyor.

Artık Hamas, El-Fetih ile anlaşma yapmaya daha yakın ve Başkan Obama’nın yenilenmiş barış sürecine dahil olacak. Ayrıca Mehdi Ordusu, kendini savunmak için daha Iraklı (hatta milliyetçi) bir jargon kullanmak zorunda.Bu da, ABD ordusunun Irak’tan çıkışını kolaylaştıracak.

Fakat domino etkisi sadece İslam Cumhuriyeti’nin müttefikleriyle sınırlı değil… Düşmanlarının etki sahasına tesir ediyor. Bu yüzden, ABD ve bölgesel müttefiklerinin, İran’ın nükleer hırsı konusunda kategorik olarak uzlaşması da geçerli bir seçenek haline geldi.

Ekonomik ambargonun veya askeri saldırının uygulanabilirliği, dünya kamuoyundan destek alınması açısından giderek zorlaşıyor. İranlı kahraman erkeklerin ve kadınların kaderleri, küresel bir konuya dönüşüyor. Nida Ağa Sultan’ın yoldaşları nasıl aç bırakılabilir veya daha da kötüsü bombalanabilir?

Artık “Orta Doğu” yerine yeni bir terim bulmak için düşünmeye başlamak zorundayız. Orası hâlâ ortada ama artık kimsenin doğusu veya batısı değil. Yeşil Hareket, dünyanın merkezini yeniden belirledi.

Obama, bilgece Ahmedinejad’la dirsek temasında olduğu ve Filistinlilerle İsrailliler arasında adil ve uzun süreli bir barış sağlamayı görev bellediği sürece, bu daha da kolay olacak. Şunu bilelim ki, bu, genç yaşlı binlerce İranlı kadın ve erkeğin, Obama’ya uzattığı bir hediyedir.

Sert bir yumruk, İran’daki sivil hak arayışlarının ruhunu zedeledi. Barışçıl gösterilerin sonucu, ölümler veya yaralanmalar ve yüzlerce hareket lideriyle entelektüelin tutuklanması oldu.

Yeşil Hareket’in liderleri, vatan hainliğiyle suçlandılar ve idamla tehdit edildiler. İnsan hakları örgütleri ciddi sıkıntılara girdiler. Daha kötü haberler de gelebilir.

Fakat gün doğdu bir kere ve ABD’de ve tüm dünyada, özellikle Arap ve Müslüman dünyasında, gençlik, yeşil bandanalar sallayarak, şimdilik suskun İranlı yoldaşları için basit bir yürüyüşten fazlasını gerçekleştirebilir.

Yerel ezgilerini söylemeye başladılar bile... Şimdi dünya korosunu bekliyorlar.

30 Ocak 2011 tarihli yazının İngilizce aslı için:

*Hamid Dabashi, “İran: Ketlenmiş Halk” (Metis, 2008) kitabının yazarı ve Columbia Üniversitesi İran Araştırmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyatı Hagop Kevorkyan profesörü. Yirmiyi aşkın kitabından son yayınladığı "Iran, the Green Movement and the U.S.: The Fox and the Paradox" (Zed Books, 2010).

31 Ocak 2011 Pazartesi

Tunus’ta Bacılar Bunu Kendileri İçin mi Yapıyorlar?

Golbarg Bashi*
Tunus’un Manuba Üniversitesi’nden Dr. Amel Grami ile bir röportaj

Ocak 2011’deki Tunus isyanı, tüm dünya için sürprizdi. Umutsuz bir gencin intiharını takiben, toplu isyan dalgası tüm ülkeyi sardı ve 23 yıllık diktatörlüğünün ardından Başkan Zeynel Abidin Bin Ali’nin gösterişli devrilişiyle sonuçlandı. Değişim umudu, tüm Tunus’u hatta komşu ülkeleri de sardı. Fakat nasıl bir değişim? Özellikle kadınlar, bu devrim hareketinden nasıl etkilenecek? Tunus’taki bu hızlı gelişmelerin arasında, çok küçük bir kadın mücadelesi olduğunu biliyoruz.

Tunus, erkeklerin çok eşli evlilik imtiyazını kaldıran ilk Arap ülkesi olarak biliniyor ve en azından yasal düzlemde cinsiyet eşitliği açısından ileri bir adım olarak görülen “Bireysel Statüler Kanunu” ile meşhur. Tunus, cinsiyet eşitliğini, diğer Müslüman ülkelerden daha çok önemsiyor gibi görünse de,  Haziran 2009’daki başkanlık seçiminden sonra İran’da beklenmedik şekilde yükselen isyanda - Yeşil Hareket olarak biliniyor- Tunus’taki toplu gösterilerden çok daha fazla kadın vardı. Fakat bu sadece görsel bir izlenim. Kadın hakları konusunda, Bin Ali’nin yönettiği Tunus, çoğu yönüyle İran’daki Pehlevi rejimine (1925-79) benziyordu.

İranlı ve milletler üstü bir feminist olarak, özellikle öğrenmek istediğim, Tunus’taki bu hızlı değişim, feminist bir reform hareketine mi, yoksa İslamcılar (veya diğer ideolojilerin müritleri) eliyle kadın haklarında gerilemeye sebep olacak bir harekete mi dönüşeceği.  Pehlevi yönetimini deviren çok yönlü ve yaygın bir isyan hareketi olan 1979’daki İran Devrimi’nin Ayetullah Ruhullah Humeyni ve İslamcı yoldaşları tarafından gasp edilmesi gibi… Devrimin İslamileşmesi ve ayetullahların gücü ellerine geçirmeleri, kadın haklarında hızlı bir gerilemeye sebep oldu ve “cinsiyetçi apartheid sistemi” ile sonuçlandı. 30 yıldır, İranlı feministler tüm entelektüel birikimlerini, en azından reform yapılmasını istemeye ve yenilmeye harcıyorlar.

Tunus’taki mücadelede kadınların rolünü ve Tunus’ta feminizmin geleceğiyle ilgili sorularımın cevabını bulmak için Tunus’un öne çıkan feminist akademisyenlerinden birisine ulaştım. Dr. Amel Grami, Manuba Üniversitesi Edebiyat, Sanat ve Beşeri Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi. Toplumsal cinsiyet çalışmaları, kadın tarihi ve İslam çalışmaları konusunda dersler veren Grami, uluslararası konferanslara sıklıkla konuşmacı olarak katılıyor. Ayrıca, Tunus Ulusal Çeviri Merkezi’nde fikir ve medeniyet tarihi üzerine bir çeviri programını yönetiyor.

Dr. Grami’yle, Tunus ve İran isyanlarında çok benzer roller üstlenen sosyal ağ sitesi Facebook üzerinden iletişim kurduk. Sorularım ve Dr. Grami’nin Tunus Devrimi analizlerini içeren cevapları:

***

Tunus’taki son dönem gelişmeler ve Bin Ali’nin devrilmesi hakkında fikirleriniz ve tepkileriniz nelerdir?

“Gençlik Devrimi”nin sadece Tunus için değil, Orta Doğu’daki insanlar başta olmak üzere tüm insanlar için tarihi bir olay olduğunu düşünüyorum. Bu devrimin başarısı bize gösteriyor ki insanlar kendi gerçekliklerini değiştirmek ve yeni demokratik bir cumhuriyet kurmak istiyorlar ve bu, entelektüeller için gerçekten sürpriz oldu.

Bu gelişmelerde, eğer varsa, kadın hakları gruplarının rolü ne oldu?

İnanıyorum ki, son gelişmeler, gençlerin, yetişkinlerin, kadınların ve erkelerin ortak eseri olan spontane eylemlerdi. İdeolojik hiçbir slogan atılmadı. Kadınlar, vatandaş ve değişimin aktörleri olarak oradaydılar, herhangi bir siyasi veya insan hakları hareketinin üyeleri olarak değil.

Bin Ali’nin 30 yıllık yönetimi boyunca, Tunus’un kadın hakları karnesini nasıl görüyorsunuz?

Tunus yönetiminin resmi söylemi, Tunus’taki kadının statüsünü, tüm Arap ve Müslüman ülkelere örnek olabilecek düzeyde görüyordu. İçerde ise, kadın hakları aktivistlerinin daha çok adalet, eşitlik ve insan hakları için çabaları, çoğunlukla görünür değildi. Örneğin, Demokratik Kadınlar Birliği, yönetim tarafından çok sıkı kontrol ediliyordu. Bu birliğin birçok üyesi, rejim baskısı ve polis şiddeti mağduruydu.

Bu tarihi zamanda, Tunus’un geleceğinde kadın haklarının devamının güvence altına alınması için mücadele edecek tabansal kadın örgütleri var mı?

Tunus Demokratik Kadınlar Birliği (ATFD) ve Tunuslu Kadınlar Araştırma ve Geliştirme Birliği (AFTWRD), herhangi bir gerilemeye karşı direnecek örgütler arasında başı çekiyor. Daha fazla hak verilmesi için kampanyalar sürdürüyorlar ve kadın haklarıyla ilgili temel konuları İslamcılarla görüşmeye ve tartışmaya başlamak konusunda ısrarcılar.

Tunus’un bu tarihi anlarında, sizin korkularınız ve beklentileriniz nelerdir?

Umut ediyorum ki, yeni bir ülke kurmak ve insan hakları ile insanlık onurunu korumak için kendi siyasi partilerimizi kuracağız. Korkumuz ise zihniyette ve bakış açısında gerileme olması.

Tunuslu ve diğer Arap ve Müslüman kadınların birbirlerinin deneyimlerinden çıkarabilecekleri dersler nelerdir?

Aslında dünyadaki tüm kadınlar birbirlerinden bir şeyler öğrenebilirler ve deneyimlerini paylaşabilirler. Arap ve Müslüman kadınlar kesinlikle bu devrimden ilham aldılar. Çoğu aktivist, kendi durumlarını değiştirmek için mücadelesine devam edecek. Eğer yönetimler bu çağrılara tepkisiz kalırlarsa, kadınlar, haklarına sahip çıkmak için “sokaklar”ı kullanmalılar.

Bildiğiniz gibi, kadınlar, 2009’da İran’da demokratik bir başkaldırı olan Yeşil Hareket’in ön saflarındaydılar. İran ve Tunus bağlamlarında mevcudiyetlerinin benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?

Her zaman İran’daki Yeşil Hareket’e imrenmişimdir, çünkü diktatörlüğe karşı kolektif bir bilincin ve direncin göstergesidir. Maalesef böyle bir direnç birçok sebepten ötürü başarısız oldu. Aslında, İran’daki kadın hakları hareketiyle ilgili endişelerim var. Eğer Tunus’taki “Gençlik Devrimi” hakkında konuşacaksak, bu devrimi yapılabilir kılan ve gençleri mobilize eden internetteki sosyal ağların hakkını teslim etmeliyiz. Tunus’ta ayrıca şunu fark ettim ki yerel kültürün ve zihniyetin gerçekliğini ve bakış açısını farklı şekillendirmemize yardımcı olan farklı bir modernite algımız var.

Tunus’ta şu andaki kaotik atmosfer içinde, kadınların durumu hakkında kaygı duyuyor musunuz?

İyimseriz ama aynı zamanda, devrimin gerçek anlamının, karşılaşacağımız zorluklarının ve risklerinin gerçekten farkında olmalıyız.

İslami hukuk veya daha geniş bir içerik çerçevesinde, Tunus’taki kadınların haklarına ulaşacağını tahayyül ediyor musunuz?

Kimlerin veya hangi tarz liderlerin koalisyon oluşturacağı hakkında bir fikrimiz yok. Bu yüzden, gelecek hakkında konuşmak için daha çok erken. Bizim en baştaki önceliğimiz, İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunu hazırlamaktır.


*Golbarg Bashi, yüksek lisansını Columbia Üniversitesi Kadın Çalışmaları’nda, doktorasını aynı üniversitenin Orta Doğu Çalışmaları’nda yaptı. Şu anda Rutgers Üniversitesi Batı Asya (İran dâhil) Tarihi’nde ders veriyor. Aynı zamanda, Tehran Bureau adlı internet sitesine kadın konularında katkı sunuyor. 

Tunus: Kilit İsimler

Tunus’un uzun süreli lideri Zeynel Abidin Bin Ali’nin, Kuzey Afrika’yı sarsan bir başkaldırı ile devrilmesinin üzerinden bir hafta bile geçmedi ama geçiş hükümeti şekillenmeye başladı bile. Yeni seçimlerin 6-7 ay arasında yapılacağı taahhüt edildi.

Eski Nizamın Bekçileri
Bakanlar: Başkanlık koltuğunda şu anda eski meclis başkanı Fuad Mebazaa oturuyor. Sabık başkan Bin Ali’nin kontrolündeki eski hükümetin altı bakanı da, 1999’a kadar başbakanlık koltuğunda oturan ve Bin Ali’nin dostu olan Muhammed Gannuşi’nin başkanlığını yaptığı yeni birlik hükümetinde yer alıyorlar. Mebazaa ve Gannuşi, Bin Ali’nin Demokratik Anayasal Birlik’ten (RCD) istifa ettiklerini açıkladılar. Dışişleri Bakanı Kemal Morjane, İçişleri Bakanı Ahmed Friaa, Savunma Bakanı Ridha Grira ve Maliye Bakanı Ridha Chelghoum, şu anki hükümette görevleri süren güçlü isimler.

Ordu: Tunus ordusunun başındaki kurmayların Bin Ali’nin devrilmesinde kilit rol oynadıkları oldukça yaygın bir kanı. Genelkurmay Başkanı Gen Raşid Ammar’ın silahsız protestocular üzerine ateş açmayı reddetmesi ve sabık başkanın arkasından ordunun desteğini çektiğine inanılıyor. Gözlemciler, ordu komutanlarının sahnenin arkasındaki güç olduklarını ve kendi siyasi ihtiraslarına sahip olduklarını söylüyorlar.

Siyasi Partiler: Başkan Bin Ali iktidarında, birçok parti olsa da tek parti rejimi hâkimdi. Tek parti olarak nitelendirilen birlik de Sosyal Demokratlar Hareketi, Halkın Birliği Partisi, Birlikçi Demokratik Birlik, Yenilenme Hareketi (Ettajdid), Demokratik İnisiyatif Hareketi, Sosyal Liberal Parti ve İlerici Yeşil Parti’den oluşuyor.

Yeni Yüzler
Tunus tarihinde ilk defa, Başbakan Gannuşi hükümete üç muhalefet partisinden temsilcileri dahil etti. Ettajdid Partisi lideri Ahmed İbrahim, Yüksek Eğitim Bakanı ve İlerici Demokratik Parti’nin kurucusu Necib Çebbi ise yeni Kalkınma Bakanı olarak atandı. Fakat Özgürlük ve Emek Birliği’nden Mustafa Ben Cafer ise Sağlık Bakanı olarak atanmasından bir gün sonra RCD’nin hâla hükümetteki varlığını sürdürmesinden doğan öfkeli gösterilerden dolayı istifa etti. Protestolar sırasında tutuklanan muhalif blog yazarı Slim Amamou, Tunus’un yeni Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı oldu.

Sürgündeki Muhalifler
Sürgündeki en önemli siyasi partiler, İngiltere’deki Nahda Hareketi (Yeniden Doğuş) ve Fransa’daki Cumhuriyet Kongresi. Ülkede ne ölçüde taban destekleri olduğu ise bilinmiyor. Yasaklı İslamcı parti Nahda’yı devlet düzenini yıkmaya çalışmak suçuyla eski rejim tarafında müebbet hapse mahkum edilen Raşid Gannuşi (Başbakan Muhammed Gannuşi’yle bir akrabalığı yok) yönetiyor. Başbakan Gannuşi, Nahda’nın liderinin af yasası yürürlüğe girmeden ülkeye dönüşünü yasakladı. Londra merkezli parti, demokrasiyi, siyasi çoğulluğu ve Batı ile diyalogu savunuyor. İslami bir anayasanın peşinde koşuyor.

Yasaklı seküler parti Cumhuriyet Kongresi ise Moncef Marzuki tarafından yönetiliyor. Marzuki, 20 yıllık Paris sürgününden sonra artık Tunus’ta. Tunus’taki siyasi partileri Bin Ali rejimiyle işbirliği yapmakla suçluyor ve önümüzdeki seçimlere girmek istediklerini belirtiyor. Başlıca söylemleri ise insan hakları, bağımsız bir yargı ve serbest seçimler…

19 Ocak 2011 tarihli yazının İngilizce aslı için: http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12214649

Tunus Domino Etkisi Yaratacak Mı?

Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinin ardından, gözlemciler bölgedeki diğer ülkelerle Tunus arasında benzerlikler kuruyorlar. 1989’da Doğu Avrupa’daki Komünist rejimlerin yıkılışına benzer şekilde olası bir domino etkisinin yaratacağına dair tahminler yapılmakta.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki birçok ülkede, genç ve hızla büyüyen nüfuslar siyasi temsiliyetin olmayışı, yüksek işsizlik oranı ve yükselen gıda fiyatlarıyla karşılaşıyorlar. Hatta bazı ülkeler, yerlerin vasi tayin etmekle uğraşan yaşlı diktatörler tarafından yönetiliyor. Bahsedilen ülkeler hangileri ve gerçek bir değişiklik olma şansı ne kadar?
MISIR
Nüfus: 84,5 milyon
İşsizlik Oranı: % 9,4 (2009)
Yüzölçümü: 1 milyon km2
GSMH: $ 2.070
Yüzeysel olarak bakıldığında, Mısır ile Tunus arasındaki benzerlikler ziyadesiyle fazla – sert ekonomik koşullar, rüşvet ve vatandaşların siyasi hayatın yarattığı tatminsizlikler üzerine neredeyse hiç ifade haklarının olmaması. İktidar üzerinde neredeyse tam bir tekele sahip olan Başkan Hüsnü Mübarek (82), 30 yıldır görev başında ve bu sonbahardaki seçimlerde bir kez daha seçilmeyi bekliyor.
Fakat Mısırlıların derin öfkeleri geniş çaplı protestolara ve siyasi gösterilere dönüşmekten uzak ki bu tür gösterilere katılım birkaç yüz kişi ile sınırlı. Tunuslularla karşılaştırıldığında, Mısırlıların okur-yazarlık oranları ve eğitim seviyeleri daha düşük ve internet kullanımları da daha az. Çoğunluk geçim derdiyle mücadele ediyor.
BBC’den Jon Leyne Kahire’den, çoğu Mısırlının ülkelerini veya hayatlarını değiştirecek yol olarak siyasi tavır almayı, oy kullanmayı, aktivizmi veya gösteri için sokaklara çıkmayı görmediklerini bildiriyor. Fakat BBC muhabirleri, Pazartesi günü, başkent Kahire’de gerçekleşen intihar girişimi haberlerinin Mısır yönetimi için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geldiğini söylüyorlar. Başkan Bin Ali’nin devrilmesiyle sonuçlanan karışıklığın, Aralık ayının ortasında genç Tunuslu Muhammed Bouazizi’nin kendini yakarak öldürmesiyle alevlendiğini unutmayalım.
CEZAYİR
Nüfus: 35,4 milyon
İşsizlik Oranı: % 10,2
Yüzölçümü: 2,4 milyon km2
GSMH: $ 4.420
Tunus’tan farklı olarak, Cezayir son senelerde bu tür karışıklıklara hiç yabancı değil. Tunus’ta kış protestoları yükseldiği sırada, batıdaki komşusu Cezayir’de de gençler büyük gruplar halinde sokaktaydılar. Maalesef, Cezayir’de de intihar haberleri konuşuluyordu.
Fakat Cezayir’de gıda fiyatları da sorun olduğundan, karışıklık belirli bölgelerle sınırlı kalıyor ve birkaç gösterici dışında kimsenin ulusal politika düzeyinde bir talebi olmuyor. Cezayir, petrol ve doğalgaz ihracatı sayesinde zenginleştiğinden, protestocuları fiyat artışlarını sınırlayarak susturabiliyor.
Ayrıca, Cezayir basın ve çok partili seçimler üzerindeki kısıtlamaları gevşeten kendi “Halkın Gücü Devrimi”ni 1988’te yaptı. BBC’den Chloe Arnold’un başkent Cezayir’den aktardığına göre, bu devrim güvenlik güçleri ile İslamcı isyankârlar arasında kanlı çatışmalara sebep oldu ve bu deneyimden sonra Cezayirlilerin “devrim” istekleri azaldı. 
LİBYA
Nüfus: 6,5 milyon
İşsizlik Oranı: % 13 (2005)
Yüzölçümü: 1,77 milyon km2
GSMH: $ 12.020

“Tunus’un yönetimi için Zeynel’den iyisi olamaz. Tunus şu anda korku içinde yaşıyor.”
Libya lideri Muammer Kaddafi’nin Cumartesi günü Başkan Bin Ali’nin devrilmesi üzerine yaptığı bu keskin çıkış, olası bir domino etkisi hususunda kendi endişelerini yansıtıyormuş gibi görünüyor. İktidardaki 41 yılın ardından, Albay Kaddafi, Afrika ve Orta Doğu’da en uzun süre yönetimi elinde bulunduran ve en otoriter lideri. Her türlü gösteri kesinlikle yasaklansa da hafta sonu boyunca al-Bayda kentinden karışıklık haberleri geldi. Ama Libya’nın görece az nüfusu ve zengin petrol kaynakları ile Tunus’un etki alanına girmesi zor.
ÜRDÜN
Nüfus: 6,5 milyon
İşsizlik Oranı: % 12,2 (resmi), % 30 (gayriresmi)
Yüzölçümü: 89.300 km2
GSMH: $ 3,740
Cumartesi günü, yani “öfkenin günü”nde, tüm Ürdün’de yükselen gıda fiyatları ve işsizliği protesto etmek amaçlı binlerce insan gösteriler düzenledi. Bazı gösterilerde Başbakan Samir Rifai’nin istifası istendi. Geçen hafta, hükümet belli gıdaların ve benzinin fiyatında indirim yapmasına rağmen protestocular enflasyondan kaynaklanan yoksullukla mücadele için fazlasına ihtiyaçları olduğunu haykırdılar. 
Kraliyet ailesi tarafından Ürdün’de, toplumun bazı kesimleri krallığa sadakatle bağlı olsa da, Kral Abdullah da protestocuların öfkesine hedef olmaktan kurtulamadı. Yine de çoğu gösteri olaysız bitti ve hiçbir tutuklanma yaşanmadı.
FAS
Nüfus: 32,3 milyon
İşsizlik Oranı: % 10
Yüzölçümü: 715.850 km2
GSMH: $ 2.790
Tunus gibi Fas da ekonomik problemlerle ve yönetime karşı yapılan yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıya. Zaten Fas’ın itibarı, Wikileaks’in özellikle kraliyet ailesinin ticari işleri hakkında yolsuzluk ve Kral VI. Muhammed’e yakın çevrelere yapılan “dehşet verici açgözlülük” suçlamalarıyla sarsılmıştı. Wikileaks tarafından yayınlanan, Tunus’taki ABD Büyükelçiliği’ne ait belgeler de Başkan Bin Ali’nin yakın çevresi hakkında benzer bir sorunu işaret etmişti. 
Fakat Fas da Mısır ve Cezayir gibi ifade özgürlüğüne getirdiği sınırlamalarla protesto gösterilerinin önüne geçiyor. Ürdün’deki gibi toplumun geniş kesimi tarafından krallığa büyük destek olması olası bir domino etkisi şansını azaltıyor.
16 Ocak 2001 tarihli yazının İngilizce aslı için: http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12204971

Sürgündeki Demokrasi Arayışı: Raşid Gannuşi Röportajı

Bu röportaj, Tunus’un Nahda partisinin Londra’da sürgün hayatı yaşayan lideri Raşid Gannuşi ile Pazar akşamı; yani Tunus’taki yeni birlik hükümeti kurulmadan hemen önce The Financial Times tarafından yapılmıştır.

Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinden sonra Tunus’ta yeni bir hükümet kurulmak üzere ve bu hükümet Tunus’ta faaliyette olan tüm partileri içinde barındıracak ama siz orada değilsiniz. Nahda, faaliyete geçebilmenin yolunu nasıl bulacak?

Yarın açıklanacak hükümet 7 Kasım döneminin (Bin Ali’nin darbeyle Habib Burgiba’yı devirdiği ve onu cumhurbaşkanlığından aldığı gün) devamı niteliğindedir ve o dönemden bir kopuş değil. Fakat devrim, o dönemden bir kopuş istiyor. Çünkü devrim, bir diktatöre ve o döneme karşı yapıldı. Fakat gördüğümüz yüzler, eski rejimin, tanınmış muhaliflerle makyajlanmış eski yüzleri.

Şu andaki durumu nasıl tanımlarsınız? Bin Ali döneminin sonunun başlangıcı olarak mı? Belki de siz devrimin daha tamamlanmadığını düşünüyorsunuz?

Bu hükümet içerisinde birbiriyle çelişen yapılar var. Belki Necib Çebbi (muhalif İlerici Demokratik Parti lideri) gibi bu sürece dâhil olanlardan bazıları, bunun, diktatörlükten demokrasiye geçiş yolu olduğuna inanıyorlar. Diğerleri yani iktidardaki parti ve ona tâbi olan muhalefet ise demokrasiyi diktatoryal bir sistemin yanıltıcı yüzü olarak görüyorlar ve aslında devrimi kontrol altında tutmaya çalışıyorlar.

Bin Ali döneminin bitişi, Tunuslular için çok yeni. Yerine koyabilecek bir şey yokken, sistemden keskin bir kopuşu nasıl sağlayabilirsiniz? Böyle bir geçiş sürecine ihtiyacınız yok mu?

Demokratik sisteme geçişi, mevcut anayasa üzerinden inşa etmek, diktatörlükten demokrasi yaratmaya çalışmak gibi beyhude bir çabadır. Çünkü sadece Allah ölüyü diriltebilir. Bu çürümüş diktatörlük sisteminden demokratik bir sistem elde edemeyiz. Geçişi, anayasanın 56 ve 57. maddeleriyle meşrulaştırmak, eski sisteme devam etmek anlamına gelir. Bu anayasa, bir tiranlık doğurdu. Devlet, yürütme, yasama ve yargı güçlerini kendi elinde toplayan ve kimseye hesap vermeyen tek adama indirgendi. Böyle bir anayasa nasıl demokratik bir sisteme giden yolun bir basamağı olabilir, hem de ilk basamağı?

Demokratik bir sistem inşa etmenin ilk adımı, demokratik bir anayasa yapmaktır. Bunun için, devleti yeniden şekillendirecek, siyasi partilerin, sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının katılacağı bir kurucu meclise ihtiyacımız var. Bu meclis, demokratik bir anayasa yapacak ve demokratik sistem bu temel üzerinden yükselecek.

Fakat bu mecliste kimlerin yer alacağına kim karar verecek? Sizin de bildiğiniz gibi, Bin Ali her şeyi kontrol ediyordu ama şimdi gitti. Tunus’taki siyasi partiler çok zayıf durumda, keza sendikalar. Bu insanları kim bir araya getirecek?

Devrimi kim yaptı? Devrimi halk yaptı. Bu devrim, öfkeli ve kontrolden çıkmış bir kalabalık tarafından yapılmadı. Devrimin temelinde 250.000 üniversite mezunu var. Onlar öfkeli ve eğitimsiz insanlar değiller. Devrimin temelinde onların interneti ve diğer medya gereçlerini yaratıcı ve etkin kullanmaları var. Bu sendikalar için de geçerli, liderlerinin eski rejimin uşakları olduğu doğrudur ama bölgesel sendika yönetimleri protestoların merkezindeydi ve devrimi onlar yönlendirdiler.

Avukatlar da en büyük protesto yürüyüşlerinin önemli unsurlarındandı ve bunlar, daha sonradan, sonuna kadar gidebilmek için muhalefet saflarına geçmiş önemli odaklar. Hâlâ önemli sivil toplum kuruluşları, avukat örgütleri, sendikalar, siyasi partiler, işsiz üniversite mezunlarını temsil eden örgütler mevcut orada. Kurucu meclisi destekleyecek olanlar da onlar. Bizim gördüğümüz, şu andaki geçiş sürecinde, bu insanlar yoklar ve temsil edilmiyorlar.

Muhalefetteki diğer liderlerle iletişimde misiniz? Onlarla hiç görüştünüz mü?

Biz, 2005‘te partiler ile sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren 18 Ekim hareketini kurduk. Bizimle birlikte İlerici Demokratik Parti’den Necib Çebbi, Tunus Komünist İşçi Partisi, Cumhuriyet Kongresi ve diğer insan hakları örgütleri bu harekete destek veriyorlar. 2005’te bu hareket sadece basit bir talep için kuruldu: herkes için ifade ve örgütlenme özgürlüğü ve tüm partilerin haklarının tanınması.

Daha sonra, bu işbirliğini daha ileri götürdüğümüz zaman, ortak entelektüel birikimimizi detaylandırmak için, hareketin tüm üyelerinin üzerinde anlaştığı ve katıldığı birkaç bildiri yayınladık. İlki, felsefi çoğulluk hakkındaydı. Çoğulluğun ve parti kurma hakkının önünde şiddeti benimsemeleri dışında hiçbir engel olamaz.

İkinci bildirinin konusu, kadın haklarıydı. Çünkü yönetim sürekli olarak, İslamcıların kadınlardan haklarını geri alacakları yönünde insanları korkutuyordu. Bu yüzden, İslamcılarla birlikte çalıştıkları için itham edilen yoldaşlarımızı rahatlatmalıydık. Bireysel statüler kanununu tanıdığımızı, kabul ettiğimizi ve iptal etmeyeceğimizi deklare ettik. Aslında, bunları 17 Temmuz 1988’den beri söylüyoruz.

Bir diğer bildirimiz vicdan özgürlüğü hakkındaydı ve İslamcılara yönelik din değiştirmenin cezalandırılacağı ve insanların inançları yüzünden öldürüleceği suçlamalarını ele aldık. Bu bildiri, Tunusluların istedikleri şeye inanma özgürlükleri olduğunu, istedikleri inançtan çıkma ve istediklerine girme hakları olduğunu ve inancın kişisel bir konu olduğunu savunuyordu. Bu bildiriler temelinde, bu işbirliği, artık kısa dönemli siyasi bir koalisyondan toplumsal sosyal bir projeye dönüştü.

Kadınların eşit olduğu, insanların istedikleri partiyi kurabildikleri ve istedikleri partiye katılabildikleri ve herkesin inanç özgürlüğüne sahip olduğu bir Tunus için çalışıyoruz.

Geçtiğimiz iki gün içerisinde bazı liderlerle görüştünüz mü? Bir işbirliği söz konusu mu?

Evet, koalisyonun üyeleri ile iletişim halindeyiz… Fakat ülkedeki en son gelişmelerle birlikte, var olan durumu değerlendirirken aramızda görüş ayrılıkları doğdu. Özellikle, Bin Ali’nin devrilmesinden iki gün önce, Necib Çebbi’nin, geçiş hükümetinin de başında yer alacak olan eski başbakan Muhammed Gannuşi’yle görüşmesi… Çünkü bu, Bin Ali’nin iktidarda kalmak için son kozuydu: ulusal birlik hükümeti kurma çağrısı. Yani, kurulacak olan ulusal birlik hükümeti de Bin Ali tarafından planlandı. Çebbi, bu oyuna düştü ve başbakanla görüştü ama diğer yoldaşlarımız görüşmeyi reddetti.

Bugün Nahda, Tunus’un ne kadarını temsil ediyor? Uzun süredir Londra’dasınız… İnsanların hâlâ Nahda’ya bağlı olduklarını düşünüyor musunuz?

Bunu sadece seçimlerle görebiliriz. Batı’da partilerin popülerliği seçimlerle ölçülüyor. %99 oranında oy alırım diyen birisi, % 10, 20 veya 30 oranında oy alabiliyor. Ancak Tunus’ta partilerin seçim yasakları kaldırıldığında, partilerin halkın nezdinde başarılı veya başarısız olduklarını değerlendirebiliriz.

Size biz çok popüleriz diyebilirim ama siz buna inanacak mısınız? Şu anda, Tunus’ta Nahda Hareketi’ni hiç tanıma fırsatı olmamış yeni nesiller var ve biz de onları tanımıyoruz. Onlara yönelme veya onları etkileme fırsatını vermediler bize.

Umuyoruz ki çoğunluk bizi hâlâ hatırlıyordur. Ama Nahda’nın üzerindeki baskı çok ağırdı. Tunus’ta bir tane aile yoktur ki üyelerinden biri, Nahda’yla ilişkisi sebebiyle hapsedilmemiş, işini kaybetmemiş veya sürgün edilmemiş olsun.

Daha son gösterilerde, üyelerimizden biri daha öldürüldü. Önce kaçırıldı sonra öldürüldü. 30.000 üyemiz ve sempatizanımız, 90’ların başında hapse atıldı. Adeta bize karşı sefer düzenlediler. Yüzün üzerinde insan, Nahda bahane edilerek işkenceye maruz kaldı veya işkenceyle öldürüldü. Bunlar olurken, Bin Ali’ye Avrupa’dan çok büyük destek geldi ve Tunus, AB’nin ticari ortağı olan ilk Güney Akdeniz ülkesi oldu (İşbirliği Anlaşması’ndan bahsetmekte).

Uluslararası Af Örgütü ve diğer insan hakları kuruluşlarının belgelediği işkenceler sürerken ve baskılar tepeye tırmanırken; Avrupa, Bin Ali’yi müthiş başarılarından ve yarattığı ekonomik mucizeden ötürü ayakta alkışlıyordu. Avrupa üniversiteleri, Bin Ali’ye insan hakları ödülleri ve fahri doktoralar verirken; o, Tunusluları boğazlıyordu.

Tunus’u terk ettiğimde, çoğu Avrupa ülkesine girişim engellendi. Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’ya giriş vizelerim vardı. Bin Ali’nin yumruğu Nahda’nın üzerine inmeye başladığında, Büyük Britanya hariç hepsi iptal edildi. Diğer tüm Avrupa ülkeleri, topraklarına girmemi engellerken, bana iltica hakkı veren bu ülkeye şükran borçluyum. Topraklarındaki Nahda üyelerini sınır dışı eden veya Tunus’a iade eden tüm Arap ülkelerinden bahsetmeyeyim bile…

Önceden bahsettiğiniz bir konuya dönelim. 18 Ekim hareketinde bile, İslamcı olarak hareketin meşru bir üyesi olduğunuzun kabullenilmesi için, öncelikli bazı konularda tavrınızı net ortaya koyduğunuzu göstermek zorunda kaldığınız bir gerçek. Birlik hükümetinin bir İslamcı ortağının olmasının Tunus’un, özellikle AB ile olan dış ilişkilerine zarar verebileceği hakkında kaygı duyuyor musunuz?

Ben, AB’yi, Nahda’yı sindirmesi konusunda Bin Ali’ye baskı yapmadığı için suçlamıyorum. Bin Ali, Nahda’yı dindar veya İslamcı olduğu için değil, sistemine karşı güçlü bir muhalefeti temsil ettiği için baskıladı.

Habib Burgiba (ülkenin bağımsızlıktan sonraki ilk başkanı, 1987’de Bin Ali’nin darbesiyle devrildi) ve Bin Ali yönetimleri zamanında, ilk olarak hapislere doldurulanlar Nahda üyeleri değillerdi. 50’lerde, hapishaneler Yusufçularla (Burgiba’nın Yeni Düstur Hareketi’nden kopan hareketin ikinci adamı Salah Ben Yusuf’a bağlı siyasi aktivistler), 60’larda solcularla, 70’lerde sendikacılarla doluydu. 80’lerde ise güvenilirliği olan her muhalif hareketi ezen bu rejimde, bizim hapishanedeki yerlerimizi alma sıramız gelmişti.

Bu yüzden, Bin Ali’nin baskısından Avrupa Birliği’ni sorumlu tutmuyoruz. Bin Ali, kendisine muhalif olan herkesi ezdi. Fakat Avrupa, bırakın karşı çıkmayı, bu baskıyı eleştirmedi bile. AB-Tunus ticaret anlaşmasının, ekonomik boyutunun yanı sıra, hükümetin insan haklarını ve demokrasiyi koruması gerektiğini öngören insan hakları ve politik şartları da varken; AB, Bin Ali’yi sadece ticari ortak olarak kabul etmekle yetindi.

Bu insan hakları boyutu bir kenara kondu ve Bin Ali, Tunuslulara gaddarca saldırırken, seçimlerde hile yaparken, % 99 oyla seçilirken, Avrupa suskun kaldı. Neden? Çünkü Bin Ali, kendini Avrupa’ya şöyle tanıttı: Biz bir savaş veriyoruz, biz köktenciliğe karşı savaşıyoruz, ortak bir düşmanımız var ve biz de sizin terörle savaşınızda sizin müttefikiniz olarak yer alıyoruz.

Aslında terörün büyük kaynağı Bin Ali’ydi. Nahda’nın Tunus’ta faaliyette bulunabildiği sırada, Tunus’ta el-Kaide veya diğer şiddet grupları yoktu. Oysa şimdi, yüzlerce Tunuslu genç, Irak’ta, Somali’de ve Afganistan’da savaşıyor. Çünkü ılımlı İslam hareketiyle tanışma şansları olmadı ve el-Kaide ideolojisinin etki alanına girdiler.

Bin Ali, kendini Avrupa’ya, teröre engel olacağım diye pazarlayarak destek istedi. Hâlbuki Avrupa’nın maruz kaldığı terörizmin en büyük kaynağı kendisiydi.

Gerçekten geri dönecek misiniz? Döneceğinizi söylüyorsunuz, peki ne zaman geri dönebilmeyi bekliyorsunuz?

Geri dönmeye karar verdim çünkü Tunus’u terk etme nedenim artık ortadan kalktı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırıldım (bir tanesi yetmemiş üç tane müebbet hapis cezası almış) ve ömrümün geri kalanını hapiste geçirmek istemedim. Özgürlük hakkımı savunmak zorundaydım.

Şimdi Bin Ali gitti, benim için doğal durum, ülkemde olmak, sürece dâhil olmak. Ama diktatör gitmesine rağmen diktatörlük hâlâ yerinde. Diğerleriyle birlikte ben de diktatörlüğü parçalamak için katkı sunmak ve Tunus’un diktatörlükten demokrasiye geçişine yardımcı olmak arzusundayım. Bu çabalara destek olmak için, bu geçiş sürecine rağmen, Tunus’a dönmeliyim.

Geri dönerek yeniden organize olacağız ve yeni nesilleri, ılımlı ve demokratik düşüncelerimiz uyarınca eğiteceğiz.

Bizim fikirlerimiz, şu anda Türkiye’de iktidarda olan AKP’nin fikirlerine benziyor. Aslında benim kitaplarımın neredeyse hepsi Türkçeye çevrildi ve geniş bir kitle tarafından okundu.

Fakat kendim için bakanlık veya başkanlık gibi siyasi emellerim yok. Bazıları beni Tunus’un Humeyni’si olarak sunuyor ama ben Humeyni değilim.

Benim evim Tunus’ta. Ömrümün kalanını kardeşlerime ayırdım. Nahda’nın üyeleri, benim geri dönme isteğimden ve arzumdan haberdarlar ve bunun için ayarlamalar yapmak, onlara kalmış. Yani aslında “gel” dedikleri gün, geri döneceğim.

Yaşım siyasi hedefler için geçti. 70’e merdiven dayadım ve Nahda’nın içinde politik aktivizme daha elverişli ve daha çok yakışan gençler var. Müslüman dünyanın koşullarından dolayı, İslami fikriyatın gelişmesi yönünde katkı sunmaya ve ilişkilerimi kullanmaya niyetliyim. Umut ediyorum ki kalan ömrümü bu amaçlar için vakfedebilirim.

Tunus, Müslüman dünyanın bir parçası ve benim ilgi alanımın içinde ve ödevlerimin arasında olacak.

Nahda’nın bazı açılardan, Türkiye’deki yenilikçi AKP’ye benzediğini söylediniz. Eğer Nahda’yı, bölgedeki diğer İslamcı hareketler ve partilerle değerlendirirseniz, İhvan Hareketi’ne (Müslüman Kardeşler) ne kadar yakınsınız?

(Birleşik Krallık’a ilk geldiğimde) Manchester Üniversitesi’nde bir ders verdim. Orada demokrasinin komünist partileri dışlamaması gerektiğini anlattım. O sırada, komünizmi ateizm olarak kabul eden İslamcılar, bunu şiddetle reddettiler. Ben de, seküler yönetime “bizi kabul et” derken, iktidara geldiğimiz de, komünistleri yok edecek olmanın etik olmadığını söyledim. Biz insanları oldukları gibi kabullenmeliyiz. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, kişi kendisi için istediğini, kardeşi için de istemelidir. Kant da der ki, insanlara karşı tavırlarınızda, kendi davranışlarınızı esas almalısınız.

O sıralarda, bu, İngiltere’de sürgünde olan İslamcı Araplara çok yabancıydı ve ben seküler olarak ve seküler bir hareketin parçası olarak nitelendirildim. Çünkü kimseyi dışlamayan bir demokrasi çağrısı yapıyordum.
Aslında, 5 Haziran 1981’de kurulduğumuzda, gazeteciler bana “Eğer Tunuslular komünistleri seçerse, bunu kabul eder misiniz?” diye sordular.

Ben de, eğer Tunuslular komünistleri seçerse, bu kararlarına saygı duyacağımı ama bunun yanlış bir tercih olduğu konusunda bir dahaki seçime kadar onları ikna etmek için çabalayacağımı ve bir dahaki seçimde ikna edip edemediğimizi göreceğimi söylemiştim.

1981’den bugüne, İslam dünyasında birçok değişiklik oldu, demokratik düşünce yayıldı ve İslamcılar diktatörlüklerin tehlikeleri ile demokrasinin getirilerinin farkına vardılar. Taliban yönetimindeki Afganistan ve İslamcı Sudan örneklerinde olduğu gibi, demokratik olmayan İslami rejimlerin zararlarını da gördüler.

Bu fikirlerin artık ana akım İslami hareketler tarafından kabullenildiğine inanıyorum. Örneğin, en büyük İslami hareket olan İhvan, demokratik ilkeleri kabul etti ve çoğulluk ile kadınların siyasete katılımı üzerine birçok bildiri yayınladı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler, son politik programlarında, bazı noktalarda rezervlerini korusalar da, bu fikirleri kabullendiler. Fakat örneğin, bir kadının devlet başkanlığına veya bir gayrimüslimin, örneğin bir Kıpti’nin devlet başkanlığına karşı çıkarlar. Bu bakış açısını, televizyonda açıkça eleştirdim ve ayrıca El Cezire için bu konu hakkında bir makale de yazdım. O makalede dedim ki, devletin işleyiş temelini, vatandaşlık ilkesi üzerine kurmalıyız. Bu yüzden, kadınlar ve Kıptiler de vatandaş olduklarına göre istedikleri makama gelebilme hakları vardır.

Ayrıca, gerçekten eklemeliyim ki Müslüman Kardeşler tarafından ortaya konan bu proje daha tartışılıyor, yani son aşamasında değil. İçeriden bir muhalefetle karşılaştıklarında, bunun hata olduğunu anlayacaklar. Özellikle Mısır’daki son olaylardan sonra, İbrahim Münir (Müslüman Kardeşler’in Uluslararası Organizasyonu’nun Genel Sekreteri) gibi birçoğu, Kıptilerin devlet başkanlığına artık karşı çıkmadıklarını ve bir önceki pozisyonlarını değiştirdiklerini ifade ettiler. Ulusal birliği de zedeleyen bu tutumda bir miktar gelişim sağlandı. Nahda, 1980’lerde demokrasiyi bir yudumda içti, diğer İslamcılarsa hâlâ yudumluyorlar.

Tunuslular kendilerini, Bin Ali’nin rejimini sürdürmesine izin veren Avrupalı komşuları tarafından ihanete uğramış hissediyorlar mı? Tunus’un ekonomik ve politik olarak AB’ye fazlasıyla bağımlı olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse, Tunus, Türkiye’nin yaptığı gibi, Şark’la olan ilişkilerini dengelemeli mi?

Avrupa’nın çıkarları peşinde koşma hakkı vardır, buna bir itirazımız yok. Onlara çıkarlarının nerede olduğunu öğretmeyiz, zaten onlar çıkarlarının nerede yattığını bilirler. AB ülkeleri, Bin Ali’yi kendi çıkarları için desteklediler fakat fark ettiler ki bu ilkeler ve etik değerler pahasına ortaya konan basiretsiz bir tavırmış.

Biz inanıyoruz ki etik değerlere saygı duyarak da çıkar peşinde koşulabilir. Etik değerler ile çıkarlar arasında bir çelişki yoktur.

Diktatörler, güçlü oldukları sürece destekleneceklerinin ve düştüklerinde terk edileceklerinin farkına varmalılar. Gördüğümüz üzere, Fransa, Bin Ali’yi destekliyordu fakat devrildiğinde ona karşı olan birliğe dâhil oldu. Bin Ali’nin uçağının Paris’e inmesine izin vermediler.

Fakat olayların başlangıcından beri, Fransa ve İngiltere olumlu tutum takındılar. Tunusluların demokrasi ve özgürlük haklarını tanıdılar. ABD dâhil diğer ülkeler de bunu açıkladılar.

Arap dünyası ise, bu dalganın yayılmasından endişe ederek, memnuniyetsizliğini ve kaygısını ifade etti. Her ülkenin kendi şartları var diyerek onları rahatlatmaya çalışsak da, hâlâ korkuyor görünüyorlar. Onları teskin edememiş görünüyoruz.
Diktatörler Batı tarafından destekleniyor fakat bir kere insanların güvenini kaybederlerse, Batı onları terk edecek. Fakat diktatörler aptal ve bu gerçeğin çok geç farkında varıyorlar çünkü tarih okumuyorlar, yakın tarihi bile. İran Şahı, ülkeden kovulduktan sonra, adeta devr-i âlem yaptı (1979’da Tahran’dan kaçtıktan sonra yardım için aranırken) ama kimse onu kabul etmedi.

Avrupa’yla ilişkiler hakkındaysa, Bin Ali’nin gidişi, Avrupa Birliği ile ilişkilerin sonunu getirmedi. Böyle ilişkiler, yönetimde olan hükümetlere göre değil, konuma göre belirlenir.

Bin Ali’den önce de sonra da AB ile Kuzey Afrika’nın güçlü ilişkileri vardı. Onlar, bizim yakın komşularımızdır ve her zaman Kuzey ve Güney Akdeniz arasında güçlü ticari ve kültürel ilişkiler olagelmiştir. Roma, Kartaca ve İslamiyet dönemlerinde, Avrupa’yla ilişkiler, belirli bir kişi sayesinde kurulmadı.  Açık bir gecede, Tunus kıyısından Avrupa’nın ışıkları görünür.   

Tunus’taki milliyetçi güçlerin talebi, Avrupa’yla ilişkilere son vermek değil ama denge sağlamak. İlişkiler karşılıklı denge ve eşitlik üzerine inşa edilmeli ve ilişkiler, insanların zenginliklerine, özgürlüklerine ve onurlarına mal olmamalı.

Önceden aksini söylememe rağmen, Nahda, birkaç yüz üyesini, siyasi mülteci olarak kabul eden Fransa, İtalya, İsviçre, Belçika, Hollanda ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerine minnettardır. Bunu, Bin Ali’nin aşırıcılık suçlamalarına ve büyük baskılarına rağmen yaptılar. Fakat hiçbir Avrupa ülkesi bu iddialara kulak asmadı ve bu, bizim takdir ettiğimiz etik bir tavır.

1.000’in üzerinde Nahda üyesi, sadece mülteci değil, artık Avrupa vatandaşı ve hayatın tüm alanlarına katkıda bulunabiliyorlar. Çoğu iş adamı ve iş kadını, daha geniş İslami topluluklara katıldı. Aşırı fikirlerin ılımlı hale getirme ve bu fikirlere karşı çalışma hedeflerini güdüyorlar. Bu yüzden, Avrupa’nın sırtında bir yük değiliz. Avrupa’daki yaşama, olumlu bir güç olarak katkı sunuyoruz ve sığınma paktına sadık kalıyoruz.

18 Ocak 2011 tarihli yazının İngilizce aslı için: