Bu Blogda Ara

31 Ocak 2011 Pazartesi

Arap aktivizminin yeniden doğuşu

Lamis Andoni*

17 Aralık’ta kendini ateşe veren genç Tunuslu Muhammed Bouazizi, hayat koşullarını daha iyi hale getirebilmek için mücadele eden milyonlarca Arap gencinin simgesi haline geldi.

Üniversite mezunu olmanın geleceğini garanti altına almak için yeterli olmadığını gören Bouazizi gibi birçok genç şu anda hastanede yanık tedavisi görüyor. Hayatını kazanmak için meyve satarak sokakları arşınlarken güvenlik güçlerinin arabasına el koyması üzerine kendini ateşe veren Bouazizi, Tunus‘ta eylemler silsilesini de başlatmış oldu.

Bu yüzden, Tunus’taki başkaldırının nedenlerini, Arap toplumlarının üç belası olan yoksulluk, işsizlik ve siyasi baskının nefes aldırmayan iş birliğinde aramak gerekir.

Yozlaşma, adam kayırmacılık ve faydasızlık
Resmi rakamlara göre Arap dünyasındaki işsizlik oranı %15 fakat birçok ekonomist gerçek oranın hükümetlerin sağladığı bu istatistikten çok daha fazla olduğu görüşünde.

Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) ortaklaşa yaptığı bir çalışmanın sonucu gösteriyor ki, çoğu Arap ülkesinde, gençler işsiz nüfusun %50’sini oluşturuyor ve bu, dünyadaki en yüksek oran.

Aynı rapora göre, yoksulluk oranı da hayli yüksek – “açlık oranının altında yaşayanlar ortalama nüfusun %40’ına ulaşıyor ve bu yaklaşık olarak 140 milyon insan demek”. Daha da kötüsü, araştırma, yoksulluk oranının son 20 yılda hiçbir iyileşme göstermediğine işaret ediyor.

Bu rapor, 2009’da Kuveyt’te düzenlenen Arap zirvesinde sunuldu fakat yetkililerden elle tutulur bir tepki alamadı herhalde ki Arap dünyası, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) direktifleri doğrultusunda sürdürdüğü ekonomi politikalarını uygulamaya devam ediyor.

Çoğu Arap ülkesinde, IMF destekli özelleştirme süreçleri, tasarruf tedbirleri ve yakıt ve temel gıda maddeleri için verilen teşviklerin kesilmesi veya kaldırılmasıyla, zaten yaygın olan yozlaşma, adam kayırmacılık ve faydasızlık gün geçtikçe daha vahim sonuçlar doğuruyor.

Ekmek ve kuskus
Aslında, önce reddettikleri fakat IMF’nin daha sonra aynen tekrar dayattığı ekonomik yol haritası kıtlığa yol açınca Tunuslular 1984 Ocak’ında büyük protestolar düzenlemişlerdi. Fakat Habib Burgiba yönetimi, Tunusluların tabiriyle ekmek isyanlarına göz açtırmadı ve protestoları engellemek için akşamları sokağa çıkma yasağı ilan etti.

Bu protestolar da, Arap yönetimlerini, IMF ve Dünya Bankası tarafından dikte edilen “ekonomik liberalleşme programı”nı onaylamak ve takip etmekten alıkoymadı. Ekim 1988’de, Cezayir’de liberalleşme politikalarına karşı sert protesto gösterileri başladı. “Kuskus protestoları” diye bilinen olaylarda, İsrail işgaline karşı o sırada devam eden Filistin intifadasına benzer şekilde, gençler başlarına kefiye sararak lastikleri ateşe verdiler ve güvenlik güçlerini taşladılar.

Bu olaylar üzerine alınan sıkı güvenlik tedbirleri sonucu yüzlerce insan öldü ve binin üzerinde insan hapse atıldı. Eleştiriler susturulunca, coğrafyadaki birkaç yönetimin de IMF’nin tasarruf tedbirlerini uygulamasının yolu açılmış oldu.

Bir yıldan az bir zaman dilimi içerisinde, Ürdün, devlet teşviklerini düşüren IMF anlaşmasını imzaladı. Bu yakıt fiyatlarında büyük bir artışa sebep oldu ve ülkenin güneyindeki Maan ve Karak şehirlerinde gösteriler başladı. Diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi yönetim, aktivistleri ve hareketin liderlerini etkisiz hale getirmek için güvenlik güçlerini bölgeye yolladı.

Fakat ülkenin güneyindeki Haşimi desteğini temelinden sarsan bu protestolar, merhum Kral Hüseyin’i harekete geçirdi ve Kral, seçimleri yenileme kararı aldı. Ayrıca, 30 yıldır süren sıkıyönetim kanununu kaldırdı ve politik partilerin kurulmasına izin vererek muhalefeti teskin etti. Böylece büyüyen öfkeyi kontrol altına aldı.

Kral’ın bu tavrı, özellikle parlamenter seçimlerin yapılması ve siyasi mahkûmların affedilmesi bir başarıdır. Ayrıca daha sonra Kuveyt işgaline son vermek ve Irak’a saldırmak amacı taşıyan savaşa ABD’nin liderlik ettiği güçlerin yanında girmeyi reddetmesi de, ekonomi politikalarından doğan rahatsızlığı gidermesine yardımcı oldu. Böylece sonraki hükümetler de yüksek enflasyon ve fiyat artışlarıyla sonuçlanan “ekonomiyi liberalleştirme” politikalarını izleyebildiler.

Politik liberalizme giriş?
Cumhuriyetçi George Bush da, Demokrat Bill Cilinton da Arap yönetimlerine Amerikalı iktisatçı Milton Friedman’ın ortaya koyduğu “neo-liberal ekonomik model”in uygulanması konusunda baskı uyguladılar.

Neo-liberalizm, kapitalist toplumlarda bazı seviyelerde sosyal dengeyi sağlamak amaçlı devlet müdahaleleriyle “refah politikaları” güden Keynesyen modelden keskin bir uzaklaşma sağladı. Eski Komünist bloğun çöküşüyle, neo-liberal ekonomiyi savunanlar, serbest ekonomiyi siyaseten daha özgür bir toplumla ilişkilendirmeye çalıştılar.

90’lar boyunca, neo-liberal iktisadiyat Arap toplumlarındaki yerini sağlamlaştırdı. Zengin ve genç girişimcilerin oluşturduğu yeni bir seçkinler tabakası üretti ve kurulan yeni oyuna katılmakta çok hızlı davranan var olan seçkinlere kıskançlık ve memnuniyetsizlik telkin etti.

Hatta Arap dünyasındaki eski solcu çoğu entelektüel, yeni moda fikirleri siyaseten liberal bir topluma geçiş olarak benimsedi. Böylece yoksulluğun ve işsizliğin artışına sebep olan ekonomik politikalar karşı muhalefet düşüşe geçti.

Fakat siyasi özgürlükler, ekonomik liberalleşmeyle el ele kol kola değildi. Gerçekte, çoğu Arap ülkesinde, muhalifleri ve karşıt görüşlüleri susturmak için önlemler alınırken, yönetimler daha da güçlendiler.

1996’da, Güney Ürdün’de artan ekmek fiyatlarına karşı yeniden protestolar baş gösterdi. Yönetim yine sıkı güvenlik önlemleriyle karşılık verdi fakat bu sefer sert cevabı, siyasi özgürlüklerde ilerleme takip etmedi.

Adaletsizliğe Karşı Feryat Etmek
Küresel ekonomik krizden önce de Arap dünyası yaygın muhalefetin toparlanmasına şahit olmaya başlamıştı – 2007 ve 2008’de Mısır’da ilk defa somutlaştı. Bu tür grev ve protestolar, ekonomi politikalarının tetiklediği yoksulluk ve politik baskılara karşı örgütlü protestolara geri dönüleceğinin ilk işaretleriydi.

Bu tür protestolar, başarısızlıkla sonuçlansa da, öğrenci ve işçilerin bir araya gelmelerini ve fakirler ile radikal grupları ezen muktedir seçkinlerin duyarsızlıkları ve miskinlikleriyle mücadele etmelerini sağladı. Örneğin, Muhammed El Baradey liderliğindeki demokratik ve katılımcı bir sistemi arzulayan siyasi hareket, Mısır toplumundaki farklı kesimlerin buluşmasını sağladı.

Fakat Bouazizi’nin yürek burkan ölümü, siyasi ve iktisadi baskı sistemlerinin boyunduruğunda fakirleşmiş ve acı çeken milyonların feryadının en isabetli temsiliydi. Bu ölüm, aşırı umutsuzluğun sonucu. Fakat o yalnız değil. Bir başka Tunuslu genç Lahseen Naci, Bouazizi’nin ardından, kendine elektrik vererek intihar etti ve en az beş gencin de intihara girişimleri durduruldu.

Ürdün’de ve diğer birkaç Arap ülkesinde, politik ve ekonomik hakların gaspıyla beslenen hayal kırıklığı, özellikle gençler arasında kendini toplumsal şiddet olarak gösteriyor. Güçlü siyasi partilerin ve hareketlerin yokluğu, silahlı çatışmaya varan çeteler rekabetinin genç nüfus arasında güçlenmesini sağlıyor.

Fakat Ürdün toplumunda, bu hayal kırıklığı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle bir araya gelen işçi ve öğretmenlerin hareketinde de vücut bulabiliyor. Ürdünlü öğretmenler, ülkede önemli bir muhalif güç olarak ortaya çıktılar, yönetimin kendilerini marjinalize etme çabalarına karşı direniyorlar ve kendi çıkarlarını savunmak için bir sendika kurma taleplerini sürdürüyorlar.

Tunus’taki gösteriler devam ederken, Cezayir’de, ülkeyi sarsan 2003 depremiyle evsiz kalan binlerce aileyi konut sahibi yapmayı amaçlayan iskân projesinin başarısız olmasına karşı gösteriler başladı.

Bouazizi’nin yaraları ve Naci’nin naaşı geçmişteki trajik örnekler gibi tozlu raflardaki yerini almamalı: eğer Tunus’taki gösteriler, Arap dünyasında sosyal hareketlerin gerçekten geri dönüşünün işaretiyse, onların solan umutları da adaletsizliğe karşı feryada dönüşebilir.

*Orta Doğu ve Filistin uzmanı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder