Bu Blogda Ara

31 Ocak 2011 Pazartesi

İyi Seküler, Kötü Müslüman: Tunus Devrimi’nin Peçesini Açmak

Haroon Moghul*

Tunus’un bundan sonra nereye yol alacağını söylemek zor ama yüzümdeki gülümsemeyi de gizleyemiyorum. Tunuslular aşırı baskıcı, yozlaşmış ve taşlaşmış rejime karşı ayağa kalktılar ve bir diktatörü devirdiler (izlemesi tatmin edici derecede acınası bir düşüş).

Kimse Tunus’tan–“modern”, “seküler” ve birçok Arap ülkesine göre daha çok “Batılılaşmış”; 2008 Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 178 ülke arasında 164. olacak kadar- tiksindirici yönetimlerini devirmesini beklemiyordu. Kültürel olarak, Tunus hep doğru yöne gidiyor gibi görünüyordu, o zaman neden siyaseten çöktü? Ve biz neden bunu beklemiyorduk? Cevap şu düşünce kalıbında: Eğer Arap/Müslüman kültürel olarak Batılı ise doğal olarak demokrasi yanlısıdır; eğer kültürel olarak zıddı ise otoriterliğe bulaşmıştır.

Bunu bana New York Times gazetesinin Tunus’un “sekülerliği” – muallâk anlamı dolayısıyla soğuk baktığım bir terim- hakkında derin kaygılarını belirterek ele aldığı Tunus Devrimi haberi söyletiyor. Yönetimi dine tarafsız bakan bir Müslüman toplum seküler olabilir (bu açıdan, Amerika sekülerdir) veya dinin kendisinin çoğunlukla göz ardı edildiği bir toplum (bu açıdansa Amerika seküler değildir)… İlk tanım mı, ikincisi mi veya her ikisi mi doğru New York Times gazetesi gerçekten hiçbir zaman karar veremedi.

Siyasi düzenle ilgili kişisel inancın bu karışıklığını hala geride bırakmış gibi durmuyoruz. Bu, özellikle İslam’ın bu kadar görünür bir din olmasından ve dindarlık tahayyülümüzün görünür olanın gönüllü (ve zorlama olmadan) olamayacağını varsaymasından kaynaklanıyor. Hâlbuki ne beniâdem bu kadar basitçe inandırılır, ne de din, milleti “bunu dini nedenlerle yapıyorlar” karşılığında “bunu dinden uzak nedenlerle yapıyorlar” diye sınıflandırabileceğimiz kadar tek yönlüdür. O zaman, dini nedenleri nasıl belirliyoruz? Bu paragrafı ele alalım:

Protestoların başladığı ayda ilk defa, Cuma günkü gösteride çoğu peçesiz çok sayıda kadın da yer aldı ve birçoğu internet üzerinden paylaşmak için cep telefonları ile kalabalığın fotoğraflarını çektiler.

Eğer gösterideki kadınlar değil de peçe giyen bir topluluk demokrasi çağrısında bulunsaydı, protestoları değer mi kaybedecekti? Eğer bu sorunun cevabı evetse, ben de herhalde şöyle bir değerlendirme yapabilirim: Yönetimleri bu toplumu baskıladıysa, bu sakallı vahşileri ve başörtülü sürüleri kontrol altında tutmak için doğru bir yöntemdir. “Herhalde” diyorum çünkü gerçekte yaptığımız değerlendirme şu: Terörle mücadelede Tunus, Amerika’nın, İslamcı öcüleri kullanarak halkına hak talepleri konusunda göz açtırmayan liderini defalarca aşağılayabileceği kadar, Amerika’ya yakın bir müttefiktir.

Çoğunlukla, İslam dünyasındaki seküler rejimler demokratik değildir. Onların sekülerlik anlayışları başlı başına bir dayatmadır ve genelde aşırıdır. Bu noktada Türkiye yol gösterici bir örnektir (önemsiz bilgi: Asırlar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olduğundan, Tunus bayrağı, Türkiye bayrağının itinayla hazırlanmış bir benzeridir). Türkiye’de, çoğu üyesinin bireysel olarak dindar olduğu gözde ve demokratik yollardan seçilmiş bir parti, seçilmemiş seküler elitin ayrıcalıklı devletçi pozisyonunu yıkmak için referandumu kullanmak zorunda kaldı.

Eğer bu dinamiği anlamıyorsak, Müslüman siyaseti anlayamayız. Devrim amacı güden bir dini ajandadan bahsetmiyorum (öyle olsa bile, Bağımsızlık Beyannamesi’nde, biz Amerikalılar Kral’a karşı Tanrı’ya sığınıyoruz); demokrasi talep eden insanlardan bahsediyorum. “Sekülerizm”i o kadar çok kafaya takıyoruz ki bu, kişisel dindarlık ile politik alan arasında büyük dinamiği ve İslam dünyasında çok daha açıkça yükselen demokratik hareketleri gözden kaçırmamıza neden oluyor. Aynı zamanda, Tunus’un baskıcı rejiminin dini de baskıladığını gözden kaçırıyoruz.

Tunusluların haklı olarak bıktıkları yozlaşmış yönetime karşı inkâr edilemez, büyük ve yaygın bir öfke söz konusu. Tunus’un dini yaşamını sıkıca kontrol eden Diktatör Bin Ali, Sovyetler Birliği daha ayaktayken, 1987’de yönetimi ele aldı. Dini olarak aktif olan Tunuslular zulme maruz kaldı ve bazen de sınır dışı edildiler. Yani bu yönetim, evrensel anlamda bir parça bile Tunuslulara saygı göstermedi ve onları temsil etmedi. Tunus’un İslami muhaliflerinin Türkiye’deki AKP gibi demokrasiyle bir dertleri olmaması ise onları kurtaramadı (Hâlâ sürgündeler). Fakat hikâyenin bu parçası kayıp ve onun boş kalan yerinde şu zihniyet duruyor:

Tunus, komşusu olan çoğu Arap ülkesinden çok farklıdır. İslamcı şevk çok azdır, büyük bir orta sınıfa sahiptir ve Bin Ali ile selefi Habib Burgiba tarafından eğitime büyük yatırımlar yapılmıştır. Bölgedeki birçok ülkenin çok ötesinde, sadece kadınların başlarını örtmelerinin gerekli olmaması değil, bedava doğum kontrolünü de içeren geniş medeni haklar yelpazesinden faydalanmaları da sağlanmıştır.

Tekrarlamak gerekirse, Tunus’ta “İslami şevk” çok azdır çünkü Ramazan’da oruç tutmak kadar tehlikesiz olan İslami coşku kaynayan bir suya düşmek gibidir (Amerikan hükümetinin insanların Büyük Perhiz’e** girmelerini engellediğini tasavvur edin).Fakat bununla da bitmiyor. Ayrıca Tunus, komşusu olan diğer Arap ülkelerinden çok farklıdır çünkü Tunus’ta “kadınların başlarını örtmeleri gerekli değildir” diye anlatılıyor bize.

Kadınların başlarını örtmelerinin zorunlu olmadığı Arap ülkelerinin listesine bakarsak, karşımıza Moritanya, Fas, Cezayir, Libya, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Yemen ve Bahreyn çıkıyor. Nüfusu en fazla olan Mısır dâhil 15 ülke… Sudan’dan emin olmamakla birlikte, Suudi Arabistan’da kadınların giyimleri hakkında katı kısıtlamalar var. İki ülkeyi ise karşı tarafta saymak mümkün. (Tüm İslam dünyasında, sadece iki ülke kadınların örtünmesini yasalarla şart koşuyor: İran ve Afganistan.)

Bir gazetecinin neden böyle genel ve asılsız ifadeler kullandığının ve bunun bize Arapları seküler (bize benzer) ve dindar (bize benzemeyen) olarak nitelendirme ihtiyacı olarak geri dönüşünün bir açıklaması olmalı; çünkü bunun sonucu olarak yukarıda bahsettiğim kafa karıştırıcı düşünce kalıbı ortaya çıkıyor. Yani, birçok Arap devleti demokratik olmadığından, İslamcı olmalılar ve bu yüzden de tabi ki kadınlar başlarını örtmek zorunda olmalı. Bu varsayım, İslam’ın kamusal pratiklerinin anti-demokratik olan her şeyle özdeşleştirilmesine neden oluyor. Oysa bir diktatör tarafından sağlandığında bile sekülerizmi açıkça tercih edilebilir görmeye meyyaliz. Hâlbuki çoğu Arap’ın (Müslümanların) deneyimlerinde, sekülerizm hayatlarının, dinlerinin ve siyasetlerinin kontrol edilmesini mazur gösteren bir ideoloji…

Batı dünyasında, on yıllar boyu süren tartışmalar ve bölünmeler sonucunda politik sekülerizmi sağladık. Fakat yine de bu yapısal bir süreçti, şöyle ki sekülerizm “bizim” ve üzerinde tasarruf yetkimiz var diye hissediyoruz (veya en azından, çoğumuz böyle yapıyoruz – hâlbuki dini haklar bazen Müslümanların seküler elite karşı duydukları öfkeden farksız nedenler için aynı fikirde olmamayı isteme fırsatı olmalı).

Diğer taraftan, İslam dünyasında, sekülerlik “marka”sı kötü biçimde lekelenmiş durumda çünkü genelde yerel kültürleri değişmeye zorlayan sömürgeciyle veya yerli elitlerle ilişkilendiriliyor (Türkiye ve İran’ın seküler liderleri Atatürk ve Rıza Şah; kadınları, başlarını açmaya ve erkekleri ise giyimlerini değiştirmeye zorladılar; Türkiye’de giyimlerini değiştirmeyi reddedenlerden bazıları idam edildiler).

Birçok Arap ve Müslüman devlette, plaja gidebilir, içeceğinizi alabilir, namazları kaçırabilir ve saçınızı sallayarak dolaşabilirsiniz. Sadece verdiğiniz oyun işe yarayacağını bekleyemezsiniz. Bu gece, işlerin böyle yürüdüğü ülkelerden birisi daha eksildi. Ulaşılması zor ve otoriter iktidar devrilmiş görünüyor. Dindarlığın görünürlüğüne daha az kafanızı yorun, Arapları ve Müslümanları kabul edilebilir ve kabul edilemez olarak sınıflandırmaktan vazgeçin ve silahlardan ve tanklardan önce beniâdemin huşu içinde ne yaptığına biraz daha fazla zaman ayırın.

Özgürlük yürüyüşe geçti ve bir miktar nükteyle buraya not etmeliyim ki hem de ülkelerini işgal etmememize bile gerek kalmadan.

* Maydan Enstitüsü Yönetici Direktörü. Daha detaylı bilgi için: http://avari.typepad.com/about.html.
** Büyük Perhiz: Hristiyanların Paskalya öncesi hayvansal ürünleri yememek şartına bağlı olarak tuttukları 40 günlük oruç (ç.n.).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder